"Sen söyle ben yazayım
Derdi derdi dizeyim
Ver elini bana ki
Bu düğümü çözeyim"
1950'den sonra geliştirilen yönetim anlayışı, cumhuriyetin temel ilkelerinin demode olduğu algısını besledi. Yavaş yavaş özelleştirme ve liberalizm politikaları, Cumhuriyet devriminin amacı haline getirildi.
Partimiz 1980'den sonra fiili olarak bu liberal kültüre yenildiği ve ele geçirildiği için kurucu akıldan tastamam koptu.
Bu kopuşu, 1960'tan bu yana olgunlaştırıyordular zaten. Ancak 1980'den sonra, bilerek planlayarak fiili olarak kopardılar.
Çünkü kurucu aklın yaslandığı 6 ilke, tekelleşen büyük sermeye kuruluşları ve 24 Ocak kararları ile çelişiyordu.
(Bu tespitimizi 2002'den sonraki süreç teyit etmeye yeterlidir. Bakınız 1980'de kapatılan CHP 1992'de açılıyor, 1994'te Cumhuriyet tarihinin en esnek en maskeli Cumhuriyet bükücüsü Erdoğan siyasi sahneye giriş yapıyor.
O günden sonra 6 ilkeye resmen savaş açılmış oldu.
-bugün ortalıkta hükümetten başka bir devletin kalmamış olması devletçilik ilkesinin devlet ile beraber yok edildiğini gösteriyor
-Laikliğin, sünni hanifelik ile takas edilmeye çalışılması.
-Milliyetçiliğin ayaklar altına alınması
-Gariban halkı ayartabilmek için vitrine türbanı koyup, arka planda tarikat ve cemaat yapılanmalarının milli eğitim sistemi içinde konuşlandırılması ile, ve hepinizin takip edip bildiğiniz bir takım reform takıyeli paketler ile inkılapçılık ilkeside yerle bir edildi.
- sendikal faaliyetlerin sıfırlanması, zenginlere vergi affı ve kur korumalı mevduat ile halkçılık çok önceden yok olmuştu zaten.
-tek adam rejimi ile cumhuriyetçilik yok edildi.
Yani biraz önce söylediğim gibi cumhuriyetin 6 temel ilkesi liberalizm ve kapitalizmin karşısında konumlanıyordu ve bu yüzden cumhuriyetin tasfiyesi planında doğrudan bu 6 ilkeyi hedefe koydular.
Demek ki bugün kurucu akla geri dönmek demek, büyük sermaye çevrelerini, uluslararası işbirliği kuruluşlarını karşına almak demektir.
24 Ocak kararlarından geri dönmek demektir. Bu çok büyük bir halk desteğine ve devrimci programa sahip olmayı gerektiren, "yeniden devrim" demektir.
Partimiz buraya dönmekte 1960'larda da tereddüt etti hala aynı tereddüt içindedir.
Bu tereddüdün pek çok nedeni sıralanabilir. 1960'lardaki bir tercihti. Ancak bugünki hal biraz mecburiyet içeriyor. Bir taraftan zorunluluğa da yaslanan bu tereddüdün en önemli sebebini söylüyorum:
Böyle bir programı yapan ve ona önderlik etmeye soyunan liderin arkasında duracak, onu taşıyacak ideolojik sağlamlığa sahip omurgalı bir devrimci kadronun olmamasıdır.
Peki hali hazır'daki insan kaynağı içinden öyle bir kadro çıkarmak mümkün müdür? Elbette bu kadrolar parti tabanında, yerel yönetimlerde serpişik olarak vardır. Ancak şu anki parti içi egemen siyaset kültürüyle o kadroları tespit edip puanlamak ve bu delege sistemi ile o kadroları örgütlerin başına getirmek çok zordur.
Cumhuriyet Halk partisi'nde ilçe başkanlığından yukarı doğru her makamda oturan başkanın hemen dibinde, çay almaya gitse yerine oturup kalkmamaya direnecek birer halefi demoklesin kılıcı gibi bekliyor. Partili yoldaş olarak bildiklerimizin pek çoğu da o halefin arkasında hizalanmış kendilerince bir hizip oluşturmuşlar. Peki arkasına hizalanılan bu kadroların elinde kurucu akıla dönmekle ilgili bir program gören var mı?!
Biz bu yazıyı kariyerist sebeplerle hizipçilik yapan kimselerin peşine takılıp küçük gruplara bölünme sürerken yazıyoruz!
Genel başkanlık makamındaki devir teslimleri de geriye doğru inceleyin, halefler hep seleflerin en yakınındaki yol arkadaşları arasından çıkmıştır.
Bu şartlarda bir genel başkanın rutinin dışına çıkması çok zor ve kariyeri bakımından tehlikelidir. Karşısında emperyalizm var, yanında popülizmle sloganla ajitasyonla onu sallayabilecek kadrolar var! Üyeler güler yüz gördükleri ilk hizip liderinin arkasına takılıp diğer tarafı öcüleştirmeye hazır zaten!
Sen genel başkan olsan ne yapabilirsin böyle bir iklimde?!
Onun için Cumhuriyet Halk partisi'nin sorunlarını 'genel başkan bulamama' sorununa indirgemek hatadır. Partinin temel sorunu lidersizlikten çok kadrolardır...
Böyle bir örgütten, 6 temel ilkeyi referans alan devrimci program yapmasını, o programı halka doğru bir şekilde izah etmesini ve kitlelere güven vererek, partinin çatısı altında toplamasını bekleyemezsiniz.
Peki iktidara nasıl geleceğiz?
Partimizin kapitalist politikalar üretip uygulamasını da, sermaye çevrelerine göz kırpıp garip grubaya sırtını dönmesini de bekleyemeyeceğimize göre, demek ki iktidara giden yolumuz kısmen ideolojik, çoğunlukla hususi saiklerle tıkanmış oluyor.
Bu şartlara düşmüş bir parti iktidar namzeti olamaz.
Böyle bir handikapın içinde sıkışıp, iktidar namzeti gibi davranma kabiliyeti kalmamış partnin, bu koşullarda, laiklik ve cumhuriyet tehlikeye düştüğünde alarm veren bir sensörden başka işlevi kalmamış oluyor.
1992'den bu yana, cumhuriyet'e ve laikliğe aykırı politikaları kamuoyuna deşifre etmek ya da anayasa mahkemesine taşımak ile sınırlı faaliyetler ile yetindik değil mi?!
Partinin sıkıştığı bu kısıtlı politik alanda geçen uzun yıllar, elbette partiyi biçimlendirdi. Kendi kültürünü rutinini ritüellerini ve döngüsünü yarattı.
İşte bu gün partinin kazanma eşiğine yükselen ama bir türlü kazanamayan, sistematik olarak kaybetmeye ayarlanmış döngüsü bu döngüdür.
Bu döngünün sürekliliğini sağlayan içerdeki irade liberalizmdir. Çünkü liberalizmin AKP'ye karşı olması mantıksızdır. Onlar esasen devletçiliğe karşıdırlar. Dolayısı ile akp için "nimet nimet" denen muhalifler bunlardırlar.
"Kahrolası liberaller..."
Öte yandan parti tabanımız bu döngüyü kırmak hevesine ve enerjisine sahiptir ve uzun zamandır "kurucu ayarlara dönme" ihtiyacını kulaktan kulağa yaymaktadır. Ancak aynı taban, parça parça milletvekillerinin arkasında, eski yeni il ilçe başkanlarının arkasında, meclis üyelerinin arkasında küçük gruplara bölünmekten kendilerini koruyamıyorlar.
Pardon ama, kurucu ayarlara kim dönecek? Bu tür köklü konumlanışların ancak tabanın vereceği büyük güvenle gerçekleşebileceğini bilmiyor muyuz yoksa?!.
O halde taban olarak biz ne yapıyoruz soralım kendimize:
"Ben Cumhuriyet Halk partisi'nin bir neferi, kuvva-i milliye'nin bir eri miyim? Yoksa şu ya da bu siyasetçinin kendi kariyerini inşa ettiği bir tuğla mıyım..?
AKP İktidara geldiğinden bu yana izlediği politikaların hiçbirinden Türkiye zerre kadar fayda görmedi. Faydayı geçtik, sonunda ülke insanlık tarihinin en derin ahlak krizi ile karşı karşıya kaldı. Ama halen daha kendini en ideal iktidar seçeneği olarak takdim edebiliyor. Halen %30 civarı oyu görünüyor anketlerde.
Ortalama bir muhalif seçmen, AKP'nin bulabildiği bu desteği anlamakta gerçekten güçlük çekiyor.
CHP, AKP'ye yönelik ürettiği her türlü eleştirisinde haklı olduğu halde, halk, CHP'yi bir iktidar seçeneği olarak görmekte hala zorlanıyor! Bunca yaşananlara rağmen halen (anketlere göre) burun farkıyla anca geçebiliyor AKP'yi.
Bu direk Türk halkının sosyolojik yapısı ile ilgilidir. Bizim halkımız ahlakı över ama güç ve güven duygusuna oy verir... (Burada güç zorbalık değil, istikrarı sağlayabilme kabiliyeti olarak kullanılmıştır. Ama yetki verilince zorborluğa dönüşüyor)
"yaparsa akp yapar" sloganı, onların, halkın bu sosyolojik eğiliminin çok farkında olduklarını gösteriyor.
Peki Cumhuriyet Halk Partisi bu sosyolojiyi okuyamıyor mu? Okuyor tabii ki. Ama örgütün tabana yayılan yapısı yüzünden refleksleri o gücü toplayıp o güveni vermeye yetmiyor.
Cumhuriyet Halk Partisi tabanı, tek tek, doğaya hayvanlara çocuklara kadınlara emeğe inançlara insan haklarına saygılıdır. Bilime aşka ve sevgiye inanır. 6 temel ilkemize de sadıktır. Yüksek ahlaklıdır yani...
Peki güçlü olmak ve güven duygusu vermek neden mümkün olamıyor?
Arkadaşlar;
Parti üyeleri kongreyi ya da kurultayı kazanan adayın başkanlığında siyaset üretmeye devam ederler. Hiçbir üye, seçimi kaybeden adayın özel eşyasıymış gibi giderken alıp götürebileceği hafifliğe kendini düşürmemelidir.
Ya da onun, partinin içinde bıraktığı Truva atı gibi çalışan bir provakatörü durumuna kendini düşürmemelidir.
Bu kadar bölünme gücü yok eder.
Parti içindeki yoldaşına güven veremeyen halka hiç veremez.
Ve cumhuriyetin bizden başka bir savunucusu yoktur!
Kurucu akıl genel merkeze değil tabana emanettir. Taban biziz. Ve biz bölünerek değil, birleşerek dayanışarak yoldaşlaşarak omuz omuza kafa kafaya verip onu ancak böyle yeniden inşa edebiliriz.
Düz yolun, yolda kalmaktan başka hikayesi olmaz...
Zor yolada yoldaş gerek...
Türkiye'nin umudu CHP'nin devrimci kadrolarına ve tabanına selam ve saygıyla.
