"sizde seneye de gelir mi acaba" diye endişe duyuyor musunuz?
CHP eskidir köklüdür. Savaş meydanlarında kurulmuştur ve Cumhuriyeti kurmuştur" filan gibi klişe beylik ifadeler doğru olmakla beraber bu söylemlere hepimiz doyduk. Cumhuriyetin 102. yılında, eski, ama keşfedilmemiş olduğu için yeni sayılacak yeni bir söz arayalım istedik.
Tabii ki CHP Türkiye'dir Türkiye CHP"dir. Ama yıllar boyu bu katalog sözleri tekrarlayıp boş boş gururlanmakla nereye varabiliriz? Bence artık biraz daha içeriğe odaklanmak zorundayız.
Yoksa neler olabileceğini, partimiz yerel yönetimleri kazandığı zaman gördük. Vatan Cumhuriyet laiklik demokrasi insan hakları konusunda hassasiyet taşıyanlar, her zaman taşın altına giren insanlar, "eğer mümkünse" diye çocuğuna iş istedi diye kınanırken, yağlı ihaleler, karlı arsalar, duygusal ilişkiler peşinde olan insanların partinin önemli makamlarında iştigal etme yarışına girdiklerini gördük.
Eğer burada konu etmeye çalıştığımız içeriğe dikkat etmezsek, biz, olası CHP iktidarından cumhuriyetin kuruluş gayesine yönelmesini beklerken, akp eskileriyle ahbaplıklar, sermayesini büyütmek isteyenler ile sıkı muhabbetleri, 'tuu-boklu efelerin' gitmeden önce larvalarını partide bırakmış olduklarını görür emeğimizin enayiliğinin utancıyla dışarıya da belli edemez içimize doğru kusarız.
O nedenle bu yazıyı tarihte olmuş bitmiş olaylar hakkında bilgi edinmek için değil, şimdi olduğu gibi olağanüstü durumlarda, Parti makamlarında nasıl bir vizyonun olması gerektiğini keşfetmek için okuyalım lütfen.
Emperyalizme, gericiliğe ve saltanata, bu 'Cumhuriyet golü' topa gelişine vurarak tesadüfen atılmadı.
Kale ile topun arasındaki engellerin her birinin koordinatları alınıp, birbirleriyle nerede üçgen nerede eşkenar yaptıkları, top kale'ye doğru giderken hangi doğruları keserek hangi doğrularla paralel ilerleyerek ağlarla buluşacağı noktası virgülüne kadar hesaplanarak atıldı o gol.
Büyük komutan bu hesaplamaları yapabileceğini en son yazdığı geometri kitabı ile de teyit etti nitekim.
Vatan daha düşman çizmeleri altında iken, O, kurtuluşun varış noktasıyla beraber bütün aşamalarını kafasında sıraya koymuştu bile.
Amasya genelgesi bunun en açık belgesidir. Erzurum ve Sivas kongrelerinde kurtuluş'un cumhuriyet'e varmakla nihayete ereceğinin işaretlerini görmüyor muyuz?
Henüz Kurtuluş savaşı düzensiz savaşçılarla sürdürülürken ve yedi düvel; "bir milletin intihar etmek üzere olduğu kanaatini taşırken"
O, Cumhuriyet kurmayı planlıyordu.
(Burada terminolojiyi doğru kullanmamız önemlidir. Hayal kurmuyordu planlıyordu. Arada büyük bir realite farkı var...)
Mustafa Kemal'in zafer inancını ve Cumhuriyeti planladığını gösteren o kadar çok detay var ki saymakla bitmez.
Mevcut durumun yarattığı konjoktür O'nun hedeflerinden çok uzaktı. Ama O, yakınındakilere cumhuriyetle ilgili sorular sorarak onların saltanat duvarları ile örülü zihinlerinde düşünce kapıları açıyor, bu ihtimali özellikle düşünmelerini sağlıyordu.
Konjonktürün dayattığı koşullara uygun senaryolar geliştirmek yerine, rüzgara direnerek adım adım varmak istediği büyük hedefin konjonktürünü yaratıyordu.
Her türlü gelişmeyi o büyük amacının leyhine değiştirecek stratejiler geliştiriyordu. Bu o kadar barizdi ki, onunla birlikte aynı cephede savaşan ama Cumhuriyet fikrine kafası yatmayan komutanlar bile durumun farkındaydı.
Düşman denize döküldükten sonra, Kazım Karabekir ile Fevzi Çakmak arasında geçtiği rivayet olunan diyalog: "Mustafa Kemal'in dirayetiyle düşmandan kurtulduk, ama ondan nasıl kurtulacağız bakalım" (!!!)
Henüz Cumhuriyet kurulmamış, ortalıkta bir meclis yok, devlet yok, hava kan ve barut kokuyor, ama büyük komutan ve kurmayları o günün şartlarına göre çok demokratik bir süreç işletiyorlar. İşte bakınız, kurtuluş savaşı tarihimiz; "milis, tim posta komite çete" sözcüklerinden fazla, "kongre cemiyet genelge" kavramlarından bahsediyor. Adeta parlamenterizmi en kötü koşullarda test eder gibi, kongrelerle, hukuk cemiyetleriyle, bölge temsilcileri ile ve devlet adamı ciddiyeti ile mücadele sürecini işletiyor.
Bu, hem yarın devlet kurulduğunda bir takım kadroların sahada yetişmiş olmasını sağlıyor, hem kadrolarının istişare ve münazara kabiliyetlerini geliştiriyor, hem de atılacak adımlar hakkında muhaliflerini konuşturarak eleştirilerden faydalanıyordu... Yani aslında tastamam sürecin içinde Cumhuriyeti ve parlamentoyu -varmışçasına- işletiyordu. İşte bütün bu süreç Cumhuriyet Halk Fırkası'nın ve eş zamanlı olarak Türk parlamenterizminin temeli olacaktı az sonra.
Bu detayları gözden kaçırdığımız zaman, sanki 1923'e kadar sadece elde tüfek Yunan kovalanmış, halk şeriat için padişah için savaşmış da, Mustafa Kemal bir anda direksiyonu cumhuriyet'e doğru kırmış gibi bir algı oluşturuluyor.
Düşmanı, askeri olarak yenmek minnacık bir çerez kısmıdır olayın. Bütün o süreç boyunca Türkiye Cumhuriyeti devleti sanki kurulmuş gibi, bütün kurumları ile vazife başındaymış gibi bir süreç yönetiliyor orada.
Peki neden şimdi bütün bu tespitleri masamızın üzerine koyuyoruz?
Çünkü bahsettiğimiz vizyon, Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanlığının vizyonudur...
Bu parti, bugünkü emsal koşullarda bu vizyonun gerisine düşerse bu ülke düşer!
"Hayret-i mucibin" denilecek olaydır ama, aynı sürecin içerisinde Cumhuriyet kurulduktan sonra yapılan inkılapların emarelerini de görüyoruz.
Mesela, yurt savunması için, cephe hastanesi'nde hemşireliğe talip olmak yerine, orduya mermi taşımaya talip olmak yerine silaha sarılmış kadınlara; "cihatçıların cinsel ihtiyaçlarını karşılama "görevi veren bir molla gibi davranmıyor, ya da "kadının işi geri hizmettir" gibi ataerkil yargılarla yaklaşmıyor. Onlara, gösterdikleri kahramanlık ve kabiliyet uyarınca, rütbe veriyor müfreze veriyor savaşabilecekleri mevziler bırakıyordu. Bunu ancak bağnazlıktan uzak çağdaş bir Türk kafası yapabilirdi değil mi?
O günün sıcak öznesi sahadaki düşman ordusuydu elbette. Ama o dehanın kafasındaki haritada, işgalci ordunun yeri çok azdı. O orduyu bu topraklara sokan ihanet ile vatanı savunmayı zorlaştıran cehalet en az Yunan ordusu kadar önemli bir özne idi o haritada... Bu yüzden O'nun konsantrasyonu sadece Yunan'ı denize dökmek değildi. Bu hepi topu iki haftalık bir işti.
Homeros'un aktardığı, bu topraklarda tarih öncesinde yapılmış savaşlar, Büyük iskender'in, aksak Timur'un, Metehan'ın, Cengiz Han'ın Savaş sanatına kattığı ne kadar taktik zenginlik varsa hepsi bu dehanın mavi gözlerinde ışığa dönüşüp, önünde ki cepheyi aydınlatıyordu. Onun kafasındaki savaş haritası, o gün hayatta olan bütün emsallerinin kafasında ki haritadan çok daha kapsamlı ve genişti. Düşman o haritaya daha hücum emrinden önce gömülmüştü zaten.
O, büyük taarruza kalkışacağı cephe arazisini; ışığını tarihin derinliklerinden alan bir fener ile aydınlatarak incelemiş düşmanı dolduracağı çukurları saymıştı bile.
Biraz sonra taarruz emrini vereceği ordunun başına; "acaba kazanacak mıyız" sorusuyla değil; Osmanlı tarihi boyunca sened-i ittifak, Meşrutiyet ve tanzimat dönemlerinin yarattığı deneyimlerin olgunluğu ve Fransız devriminin yarattığı motivasyonla, Cumhuriyeti kurmaya az kaldığının heyecanıyla geçiyordu büyük komutan...
Yaa şekerim.
Nutuk, her şey bittikten sonra "dık" "tık" diye atılmıştır. "Cağız" "ceğiz" diye değil...
Zaferden önce, akıl taktik strateji var, nutuk yok. Dikkatinizi çekerim
CHP tabii ki eski ve köklü bir partidir. Ama bununla mı övünüp duracağız!? O derin köklerin üzerinde ne eyliyoruz acaba?
Bu gün dünyaya Cumhuriyet ihraç ediyor olmalı değilmiydik? Dünyaya adalet örneği olmalı değil mi idik? Onun "tam bağımsızlık" ülküsü için ne yaptık?
Mesele övünmekse eğer; geleceğin bağımsız Türkiye'sini inşa edecek (hayal değil) plan var mı kafamızda?
Bilimde sanayide aydınlanmada sanatta halkın refahında muassır medeniyetleri geçecek plan var mı kafamızda?
İlhamımızı, kurucuların ilham aldıkları o derinliklerden alabiliyor muyuz?
Varsa böyle bir içeriğimiz ne kadar övünsek azdır onunla...
Nedir iktidara gelebilmek için çırpındığımız büyük hedefimiz? Emeklilere iki dini bayramda 15000 lira ikramiye verebilmek mi? (Neden milli bayramlarda vermediğimiz de merak konusudur da, neyse)
Kavramamız gereken şey şudur: Karşı devrimin, gericiliğin ve faşizmin bu kadar müttefik bulabildiği bir coğrafyada, CHP'nin misyonu bellidir. De, o misyona uygun vizyon var mı?
Koşullar vasatlık kaldırabilecek koşullar değildir. Vasatlık partiye cumhuriyete ve misakı milli'ye yok oluş kapılarını açar.
Ülke 80 yıldır, 'günlük kullan at gömlekleri' gibi, kimin kurup kullandığı belli olmayan, miadı dolunca da yok olup giden partiler tarafından yönetilmektedir. Bu süreç devrimleri durdurmuş, karşı devrime dikensiz yollar açmış, nihayetinde gericiliğin ve zorbalığın nefesini ensemizde hissettiğimiz koşullara bizi sürüklemiştir. Bu süreç boyunca parti de uyumuştur! Şimdi son dönemde madem biraz uyanır gibiyiz, o zaman siyaset yapalım.
Anıtkabirde çakal ulumaları çoğalıyor, ve biz düşmanın eceliyle ölmesini bekliyoruz?
Sadece Atatürk'ün Kurtuluş mücadelesi sürecinin kombinini taklit etsek Cumhuriyeti yeni baştan kurarız.
Topal Osman mı kalmadı İpsiz Recep mi memlekette?
Bunu muhakkak düşünmek ve konuşmak zorundayız.
Kendi gerçeğimizle yüzleşemezsek, durumumuzu ayan beyan tahlil edemezsek, Türkiye Cumhuriyetine ve yurttaşlarımıza ve hepimize geçmiş olsun!
CHP'nin ve Cumhuriyetin kurucusu, ilk genel başkanımız, o büyük komutan ölmüştür! "Elbet onun naçiz vücudu ergeç toprak olacaktı"
Ancak ilkelere sadık kalmayan ardılları iktidarı gericilere vermiştir. 27 Mayıs 1960'da Ordu cumhuriyet'e sahip çıkmış, onu bir kere daha kurtarmış, fakat aynı sığlık iktidarı tekrar gericilere bırakmıştır. "Türkiye Cumhuriyeti nasıl ilelebet payidar kalsın böyle!?"
Parti 3. nesilin eline geçtikten sonra hepten anonim bir partiye dönüşmüştür.
Bu gün ilkelerden bahsetmek bıyıkaltı gülmelere sebep oluyor! Kuvva-i milliye Nazım hikmet'in bir şiirinin başlığıdır sadece!
Atatürk, bankaların markaların tekellerin duvarlarında kullanışlı bir ikonadır!
Cumhuriyet..?
Cumhuriyet köylerden okullarla birlikte kalktı, fabrikalarda yılın birkaç gününde çift yevmiyedir sadece!
Bu dar kafalılık, partiyi Türk siyasetinin mera'sına, Cumhuriyeti de kapitalizmin (serasına) çiftliğine çevirmiştir. Ülkemizin zenginlik kaynakları bir avuç sermayedarın yağmasına açılmıştır.
Halk ne zaman makus talihini değiştirmek için bir hamle yapsa, karşısında demokrasiyi değil, devletin faşistleşmiş silahlı güçlerini bulmuştur. Öğrencisi de işçisi de köylüsü de bunu dibine kadar yaşamıştır ve yaşamaktadır. İşte samandağ işte cerattepe işte kazdağları..!
Şimdi çıkıp onları "Cumhuriyet sizi padişaha kul olmaktan kurtardı" diyerek avutabilir miyiz?
Onlar nasıl sermayeye kul edildiklerini bilmiyorlar mı?
Bugün partinin asıl savaşçı gücü, kendisi 80 yıldır güvencesiz köle koşullarında çalışmış ve çocuğuna güvenceli iş bulamayan o insanlardan oluşmak zorundadır.
Yine partinin savaşçı gücü, sosyal desteğe muhtaç hale gelmiş insanlardan oluşmak zorundadır.
Yine partinin savaşçı gücü, fiziksel sözlü ya da kültürel şiddete maruz kalan kadınlardan oluşmak zorundadır...
Eşinden yorulmuş, aslında boşanmak isteyen ama bunu üzerindeki maddi manevi ailesel ya da mahalli baskılardan dolayı dile bile getiremeyen kadınlardan oluşmak zorunda.
Yine partinin savaşçı gücü, ilköğretim lise ve üniversite öğrencilerinden oluşmak zorunda.
Yine partinin savaşçı gücü köylülerden oluşmak zorundadır. Çiftçilerden ziraatçilerden hayvancılardan oluşmak zorundadır.
Ve tabii ki partinin savaşçı gücü askerlerden ve polislerden oluşmak zorundadır. Avukatlardan hakimlerden ve savcılardan oluşmak zorundadır...
Eteğinin boyundan dolayı dekoltesinden dolayı mağdur edilenler, tabi ki onca derdin arasında bir kadının giyimiyle uğraşacak yobazlara karşı örgütlenecekler partide. Hatta parklarda el ele tutuşmak isteyen sevgililerde bizim kitlemiz olsun. Ama bilmek lazım ki, Cumhuriyeti kurtaracak, devrimleri yeniden tetikleyecek, bu ülkeyi muassır medeniyetlere taşıyacak güç, sadece bu ülkenin emekçilerin de vardır. Partimizin bütün yöneticilerine, "halkçı siyaset" dediğimiz şeyin sınıf siyaseti olduğunu hatırlatmak zorundayız.
İşsizlerin güvencesizlerin sizinle değil, sizle beraber savaşmasını sağlamak zorundasınız. Bu da şu demek oluyor. Devletçilik ve halkçılık ilkelerini birbirini tamamlayacak bir açılımla idrak etmek zorundasınız...
Türkiye'nin gerçeği, zaten halkı "Özel sektör" denen kapitalizmin mabedlerinde secdeye kapatmıstir! Üstüne birde Partinin politikalarında o kapılar, yargılanmak yerine meşrulaştırılmaya çalışılırsa kitleselleşmek mümkün olmaz.
Burada Sosyalist bir programlamadan bahsetmiyoruz. Devletçilik ilkesinin açılımını emek-sermaye penceresinden mi yapıyoruz, yoksa vergi-icra-polis penceresinden mi yapıyoruz? bunları bilince çıkaralım önce. Çıkaralım ki bizimle temas kuran insanlar bu iş bitene kadar temasta kalsın diyoruz.
Hani biraz önce dedik ya dahi önder'in kafasında geleceğin nasıl bir şey olacağı somut olarak olmak zorundadır diye...
İşte onu somutlaştırmaktan bahsediyoruz. Kafamızda varacağımız yer somut olursa oraya gidebilmek için yolumuzu planlayabiliriz.
Akışa göre davranmak vasatların işidir. Akış oluşturmaktır mesele. Memba sensin kardeşim. "Bu ülke" dediğinde kast edilen misakı milli senin eserin, devlet senin eserin Cumhuriyet senin eserin memba sensin sen...
TÜRK DEMOKRASİSİ başlıklı yazımızdan uzun alıntılar yaparak bu yazıyı sürdürebiliriz. Ama o yazılmıştır ve oradadır. Yararlı akılcı ve gerçek bir plana sahip olmak istiyorsak bol miktarda ipucumuz vardır. Biz de henüz hayatta iken kimsenin kolay kolay söylemeyeceği şeyleri söylemeye çalışıyoruz. Kıymetini bilene aşk olsun.
Cumhuriyetimizin 102. yılı kutlu olsun.