Donald Trump’ın seçimlerden hemen sonra Suriye dosyasını yeniden şekillendirmeye çalıştığına dair gelişmeler, bölgenin dokusunu bir kez daha derinden etkiliyor. Şam yönetiminin temsilcisi Şara’nın 10 Kasım’da Beyaz Saray görüşmesinin ardından “İsrail ile doğrudan müzakereler yürütüyoruz, önemli mesafe kat ettik” açıklaması, uzun süredir donmuş bir denklemin hızla çözüldüğünü gösteriyor.
Bu tablo, Türkiye’nin son on yılda Suriye politikası bağlamında yaptığı en kritik hatalardan birinin altını daha güçlü çiziyor: Esad’ın devrilmesini bir “zafer” olarak kutlamak.
Yanlış Kurgulanan Zafer Hikâyesi
8 Aralık 2024’te Ankara’da bazı çevreler Esad’ın “çöküşünü” siyasi başarı olarak okuyordu. Fakat bu okuma, Türkiye’nin gerçek ulusal çıkarlarıyla çelişen sığ bir jeopolitik algının sonucuydu. Çünkü Suriye’nin iç dengeleri, bölgesel nüfuz mücadelelerinin kesişim noktasında yer alıyor. Esad’ın zayıflaması veya devrilmesi, Türkiye’nin sınır güvenliği, göç yönetimi ve ekonomik dengeleri açısından hiçbir zaman net bir kazanç anlamına gelmedi.
Bu gelişmelerin gerçek kazananları, Türkiye değil; başta ABD ve İsrail oldu. Washington, Esad’ın zayıflamasıyla birlikte Suriye’de kendi stratejik hedeflerini daha kolay uygulama fırsatı bulurken, İsrail ise İran etkisinin törpülendiği bir Suriye istikrarsızlığını uzun süre kendisi için avantaj olarak gördü.
Trump’ın Yeni Hamlesi ve Türkiye İçin Anlamı
Trump’ın Suriye’yi İsrail’e potansiyel bir müttefik haline getirme çabası, bölgenin geleceğini tamamen yeni bir eksene oturtabilir. Washington’un arabuluculuğunda Şam ile Tel Aviv arasında yürütülen müzakereler, Suriye’nin gelecekte kimin yanında duracağına dair güçlü işaretler veriyor.
Bu süreç Türkiye açısından üç kritik soruyu gündeme getiriyor:
-
Yan yana olduğumuz coğrafyada yeni bir eksen oluşurken Ankara hangi pozisyonda duracak?
-
Suriye ile kopan diplomatik bağların maliyeti giderek artarken, kaybedilen yıllar nasıl telafi edilecek?
-
Türkiye’nin ulusal çıkarları adına “Esad karşıtlığı” politikası gerçekten ne kadar rasyoneldi?
Gerçekçilik ve Diplomasiye Dönüş Zamanı
Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’nin yapması gereken, geçmişteki ideolojik tercihlerden değil, ülkenin güvenliğinden ve ekonomik bekalarından güç alan rasyonel diplomasiye geri dönmektir.
Suriye özelinde yaşananlar, dış politika kararlarında duygusallığın, aceleciliğin ve “zafer” görüntüsü altında yapılan hamlelerin ne kadar ağır bedeller doğurabileceğini bir kez daha gösteriyor. Ankara’nın yapması gereken, Suriye ile ilişkileri yeniden tesis etmeye yönelik kapsamlı, uzun soluklu ve gerçekçi bir strateji üretmektir.
Bölge siyasetinde kartlar yeniden karılırken, Türkiye’nin kendi çıkarlarını merkeze alan sakin ve akılcı bir perspektife ihtiyacı hiç olmadığı kadar büyük.