2010’lu yılların başından itibaren Türkiye’de sistematik bir stratejinin işlediğini görmek mümkün. Toplumsal algının yönlendirilmesi, kitlelerin bölünmesi ve farklı gündemlere hapsedilmesi üzerine kurulu bu yöntem, aslında “böl, parçala, yönet” mantığının günümüze uyarlanmış bir versiyonu.
Bugün dönüp baktığımızda, HES projelerinin halkın tüm itirazlarına rağmen sorunsuzca hayata geçirilmesi, Elazığ’daki maden ocağı faaliyetleri, Soma faciası ve diğer maden kazaları; bu sürecin birer göstergesi. Bir yandan doğanın, emeğin ve insan hayatının değersizleştirilmesi, diğer yandan ise toplumsal tepkilerin bilinçli olarak dağıtılması aynı zincirin halkalarıdır.
Geçmişte DEM Parti’ye karşı uygulanan politikalar ve günümüzde CHP’nin dizayn edilme girişimleri de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Siyasal alanın, iktidarın ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilmeye çalışılması, demokrasinin içini boşaltan ve halk iradesini zayıflatan bir tablo ortaya koyuyor.
En kritik nokta ise sivil toplum örgütlerinin ve bilinçli kitlelerin örgütsüz ve dağınık hareket etmeleridir. Tepkiler dağınık oldukça, iktidar doğa üzerinde, toplum üzerinde ve siyaset üzerinde iktidarını pekiştirmektedir. Üstelik aynı çizgide hareket eden bazı derneklerin, sorunların kökenine inmek yerine bilinçli yönlendirmelerle toplumu farklı meselelerde oyalaması, gerçek mücadele alanlarının bulanıklaşmasına yol açmaktadır.
Bugün bu tabloya rağmen, ilkeleriyle mücadele eden, emeğini ortaya koyan ve hakikatin peşinde koşan tüm yurttaşlara selam olsun. Çünkü umudu diri tutanlar, sadece eleştirenler değil; aynı zamanda bu coğrafyanın yarınlarına emek verenlerdir.