Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Yılmaz Çifci
Köşe Yazarı
Yılmaz Çifci
 

SAVUNMA

Demokrasi tanımı "devletin yönetim biçimleri" üzerinden yapıldıği için zihnimizde siyasal bir konu olarak canlanıyor. Halbuki devletin yönetim biçiminin, doktriner yöntemlerin baskıcı kalıplarından kurtulup 'sosyalleşmesi gerektiği' fikri ortaya çıkınca demokrasi ancak o zaman bir reçeteye dönüşüyor...  Buradan da anlaşıldığı gibi demokrasi, siyasetçilerin değil sosyal bilimcilerin konusudur. Siyasetçiler demokrasiyi tesis etmeye kalkıştıkları zaman, 'söz yetki karar' süreçlerinde halka nazaran siyasetçinin daha etkin olabilmesine alan bırakıyorlar. Bu da demokrasinin gerçek manada tesis olmasına engel oluyor. İşte, 1950'de geçtiğimiz standart parlamenter düzen, halen daha demokrasiyi tesis edemediği gibi Türkiye Cumhuriyeti'ni emperyalizmin bağımlısı haline getirdi.  "Laik Sosyal Hukuk Devleti kuruyoruz" diye yola çıkan siyasetçiler, Türkiye'yi emperyalizmin kollarına bıraktılar ve halkın olanı biteni zamanında anlayıp müdahale edebilme imkanı da olmadı. 1950'de, parlamenterizme getirilmiş kusurlu yorum; bütün politikaların sorumluluğunu, doğrudan halk tarafından seçilmiş olma gücü taşıyan bir başbakana verdi. Eğitim sağlık tarım sanayi ve uluslararası ilişkiler politikaları,, sandıktan çıkan bir kişiye emanet edildi. Bu yöntem, halkın rasyonel düşünebildiği, siyasetçileri birer devlet memuru olarak gördüğü, onları ilahlaştırmadığı toplumlarda iyi sonuçlar verebilir. Ama bizim toplumumuzda bu yöntemin iyi sonuç verme imkanı yoktur.  (.....) Halk, başbakanı seçimden önce  yaptığı propaganda dan dinleyip manipülatör medyanında mühendislik çalışmasının etkisinde belirliyor.  Bu resmen halkı aldatmak için kurulmuş bir tezgaha dönüşmüştür.  Örneğin: Menderes, "beni seçin Korey'e asker göndereyim" demedi. "Kazanırsam orduyu NATO'ya sokacağım" demedi.  "Beni seçin  ülkeyi borca sokayım" demedi... O, seçimi kazanmak için "Türkiye müslümandır partimiz de müslümandır" dedi. "Partimiz dine saygılıdır" dedi. "Halkın sırtından vergi yükünü indireceğim" dedi... Yapılanlar ile söylenenlerin alakasızlığını gördünüz mü?!  Arkasından gelenler de aynısını yaptılar.  Hiçbir siyasetçi, seçim kampanyasında, "beni seçin haşhaş ekmeyi yasaklayayım" "Size kenevirin adını bile unutturayım" demedi "Beni seçin tütün ekmeyi yasaklayayım" demedi. "pamuğa tütüne şeker pancarına kota uygulayayım" demedi. "Bu ülkede hayvancılığı bitireceğim" demedi.  Seçim kampanyaları boyunca hepsi, "enflasyondan şikayet etti, yetimin dulun fakirin hakkını kollamaktan bahsetti" seçim zamanlarında bütün siyasetçiler tüyü bitmemiş yetimin hakkını arayacak evliya idiler!!! Seçimden sonra her birisi nasıl olup da o sözleri kendileri söylememiş gibi davranabiliyordular? İşte bu durumu Süleyman Demirel gayet açık özetlemişti. Demişti ki;  "halk devlet işinden anlamaz. O sadece ister. Ona seçim zamanlarında 'beni seçersen istediğini vereceğim' diyeceksin. Seçimi kazandıktan sonra görevini bildiğin gibi yapacaksın..!" Bir ahlaksızlık bundan daha güzel  izah edilemezdi herhalde... Demirel'in, rutin ahlaksızlığı deşifre eden bu sözünün bir de arka planı var. Onu daha iyi anlayabilmek için de, Lenin'in şu sözünü hatırlayalım: "kapitalizmde parlamento burjuvazinin ahırıdır" Evet gerçek tam olarak budur. Seçim zamanlarında yoksul halka enflasyondan asgari ücretin yetersizliğinden bahsedeceksin, seçimi kazandıktan sonra gerçek efendin olan burjuvaziye hizmet edeceksin! Ki, gitgide konu burjuvaziyi kollamayı aştı, günün siyasetçileri emperyalizmin hizmetine girdiler. İşte buna en son örnek Erdoğandır... İktidara gelmeden önceki propagandalarında; "İsrail ile hibrit tohum anlaşması yapacağım" demedi. İklim yasasına ve karbon ayak izi projesine ülkesini feda edeceğini söylemedi. "En büyük ticareti İsrail ile yapacağım" demedi. "Salda gölü'nü, dipsiz gölü mahvedeceğim" demedi. "İstanbul'a ikinci bir boğaz yapacağım" demedi" "Suriyeli afganistanlı Filistinli" savaş kaçkınlarını milyon milyon ülkeye dolduracağım, onlara Türk vatandaşlığı vereceğim,  Cerattepe'de kazdağlarında altın madenleri var. Toprağı ve akarsuları siyanüre boğma pahasına onları çıkaracağım" demedi. "Dünyanın en yalancı en rüşvetçi, en iftiracı, en çatal dilli siyasetçisi olacağım. Milletin bütün farklılıklarını büyük çatlaklara dönüştüreceğim, kin ve nefret ekeceğim, büyükşehir bütçelerinden oğullarımın vakıflarına servet aktaracağım, bir yüzükle geliyorum dünyanın en zenginleri listesine adımı yazdırıp, arkamda toz duman içinde bir ülke bırakıp gideceğim" Amerika'nın Büyük Ortadoğu projesinde görev alacağım. Ortadoğu'da İsrail'e diklenen 3 tane sivri adam var, Saddam'mış Esad'mış Kaddafi imiş hepsinin hakkından gelmek için dini de imanı da harcayacağım, Türk ordusunun sır odasını yabancı istihbarat servislerine açacağım, Ordu'da cumhuriyetçi Atatürkçü subay bırakmayacağım.  Gelecekte tarih benim kadrolarımdan; 'dünyanın en büyük suç örgütü' olarak bahsedecek" demedi!!!  "Bir çay bir simit kaç para biliyor musunuz?" dedi. "Başörtülü bacım" dedi. "Allah peygamber Kur'an" dedi "Yahu bu millet faturaları nasıl ödeyecek?" dedi. Parlamenter sisteme geçmekte ki amaç bu değildi değil mi? Demokratik bir düzen kurmaktı..! Ama bakın sonra ne oldu? Bu yöntem halkın demokrasiden umudu kesmesine yol açtı!  75 yıl siyasetçilerin seçimden önce farklı konuşup seçimden sonra farklı davranmalarını defalarca yaşadı ve sonunda hükmünü verdi: "Hepsi bir!" dedi bunların. Eminim bu sözü hepiniz birkaç kere duymuşsunuzdur seçmenlerden. Bu "hepsi bir" sözü, halkın demokrasiye olan inancının kalmadığının ifadesiydi. Demokrasinin boynuna ilmeği ilk geçiren, halkın inancındaki bu kırılma idi. Evet, demokrasinin boynuna ilmeği ilk önce halk geçirdi.  Halkın %50'den fazlası" "iyi bir lider bulalım demokrasi olmasa da olur" noktasına savrulmuştu. Halk demokrasiye sırtını dönüp bir lidere bağlandığı an, diktatörlük rejimi için toplumsal potansiyel hazır olmuş olur.  Erdoğan, demokrasinin boynuna ilmeğin çoktan geçirilmiş olduğunu anladığı an sandalyeyi tekmelemeye başladı. Biz ise demokrasinin boynundan ipi çıkaramıyoruz henüz,  ama bütün gücümüzü sandalyeyi tutmaya harcıyoruz. Bunca tecrübeden sonra Erdoğan'ı göndermeyi başardıktan sonra yapmamız gereken şey; siyasetçi-seçmen ilişkisini  kurnaz-saf ilişkisine çeviren önceki parlamenter sisteme dönmek değildir. Bir önceki yazımda okuduğunuz yönteme, demokrasinin boynundan ilmeği çıkaracak olan gerçek demokrasinin işlediği yönteme geçmektir... Gerçek parlamenter sistem de odur zaten. (TÜRK DEMOKRASİSİ başlıklı yazıyı okuyunuz) O yöntem, halkın demokrasinin tadını alacağı bir yöntemdir. Halkın aynı delikten iki kere ısırılmasına imkan vermeyen yöntemdir. Seçilen de liyakat olabilmesi için, seçmenin de liyakat esasına göre oy kullanabileceği yöntemdir. Ve asla ideolojik olmadığı için bütün halkı kapsayan, doğuda ya da Ege'deki seçmenin aynı pozitif amaç için oy vermesini sağlayacak yöntemdir. Ve en önemlisi o yöntem kendiliğinden anti emperyalisttir. Tarım bakanı hamaset ile oy alamaz. Çalışma ve Sosyal güvenlik bakanı hamaset ile oy alamaz. Yanlış yapan sadece bir kere yapabilir. Müstevliler o yöntemde borularını bu kadar rahat öttüremezler.
Ekleme Tarihi: 04 May 2025 - Sunday

SAVUNMA


Demokrasi tanımı
"devletin yönetim biçimleri" üzerinden yapıldıği için zihnimizde siyasal bir konu olarak canlanıyor. Halbuki devletin yönetim biçiminin, doktriner yöntemlerin baskıcı kalıplarından kurtulup 'sosyalleşmesi gerektiği' fikri ortaya çıkınca demokrasi ancak o zaman bir reçeteye dönüşüyor... 
Buradan da anlaşıldığı gibi demokrasi, siyasetçilerin değil sosyal bilimcilerin konusudur.
Siyasetçiler demokrasiyi tesis etmeye kalkıştıkları zaman, 'söz yetki karar' süreçlerinde halka nazaran siyasetçinin daha etkin olabilmesine alan bırakıyorlar. Bu da demokrasinin gerçek manada tesis olmasına engel oluyor. İşte, 1950'de geçtiğimiz standart parlamenter düzen, halen daha demokrasiyi tesis edemediği gibi Türkiye Cumhuriyeti'ni emperyalizmin bağımlısı haline getirdi. 
"Laik Sosyal Hukuk Devleti kuruyoruz" diye yola çıkan siyasetçiler, Türkiye'yi emperyalizmin kollarına bıraktılar ve halkın olanı biteni zamanında anlayıp müdahale edebilme imkanı da olmadı.
1950'de, parlamenterizme getirilmiş kusurlu yorum; bütün politikaların sorumluluğunu, doğrudan halk tarafından seçilmiş olma gücü taşıyan bir başbakana verdi.
Eğitim sağlık tarım sanayi ve uluslararası ilişkiler politikaları,, sandıktan çıkan bir kişiye emanet edildi. Bu yöntem, halkın rasyonel düşünebildiği, siyasetçileri birer devlet memuru olarak gördüğü, onları ilahlaştırmadığı toplumlarda iyi sonuçlar verebilir. Ama bizim toplumumuzda bu yöntemin iyi sonuç verme imkanı yoktur. 
(.....)

Halk, başbakanı seçimden önce  yaptığı propaganda dan dinleyip manipülatör medyanında mühendislik çalışmasının etkisinde belirliyor. 
Bu resmen halkı aldatmak için kurulmuş bir tezgaha dönüşmüştür. 
Örneğin:
Menderes, "beni seçin Korey'e asker göndereyim" demedi.
"Kazanırsam orduyu NATO'ya sokacağım" demedi. 
"Beni seçin  ülkeyi borca sokayım" demedi...
O, seçimi kazanmak için "Türkiye müslümandır partimiz de müslümandır" dedi. "Partimiz dine saygılıdır" dedi. "Halkın sırtından vergi yükünü indireceğim" dedi... Yapılanlar ile söylenenlerin alakasızlığını gördünüz mü?! 
Arkasından gelenler de aynısını yaptılar. 
Hiçbir siyasetçi, seçim kampanyasında, "beni seçin haşhaş ekmeyi yasaklayayım"
"Size kenevirin adını bile unutturayım" demedi
"Beni seçin tütün ekmeyi yasaklayayım" demedi. "pamuğa tütüne şeker pancarına kota uygulayayım" demedi. "Bu ülkede hayvancılığı bitireceğim" demedi. 
Seçim kampanyaları boyunca hepsi, "enflasyondan şikayet etti, yetimin dulun fakirin hakkını kollamaktan bahsetti" seçim zamanlarında bütün siyasetçiler tüyü bitmemiş yetimin hakkını arayacak evliya idiler!!!

Seçimden sonra her birisi nasıl olup da o sözleri kendileri söylememiş gibi davranabiliyordular?
İşte bu durumu Süleyman Demirel gayet açık özetlemişti. Demişti ki; 
"halk devlet işinden anlamaz. O sadece ister. Ona seçim zamanlarında 'beni seçersen istediğini vereceğim' diyeceksin. Seçimi kazandıktan sonra görevini bildiğin gibi yapacaksın..!"
Bir ahlaksızlık bundan daha güzel  izah edilemezdi herhalde...
Demirel'in, rutin ahlaksızlığı deşifre eden bu sözünün bir de arka planı var. Onu daha iyi anlayabilmek için de, Lenin'in şu sözünü hatırlayalım: "kapitalizmde parlamento burjuvazinin ahırıdır"

Evet gerçek tam olarak budur. Seçim zamanlarında yoksul halka enflasyondan asgari ücretin yetersizliğinden bahsedeceksin, seçimi kazandıktan sonra gerçek efendin olan burjuvaziye hizmet edeceksin! Ki, gitgide konu burjuvaziyi kollamayı aştı, günün siyasetçileri emperyalizmin hizmetine girdiler.

İşte buna en son örnek Erdoğandır... İktidara gelmeden önceki propagandalarında; "İsrail ile hibrit tohum anlaşması yapacağım" demedi. İklim yasasına ve karbon ayak izi projesine ülkesini feda edeceğini söylemedi. "En büyük ticareti İsrail ile yapacağım" demedi. "Salda gölü'nü, dipsiz gölü mahvedeceğim" demedi. "İstanbul'a ikinci bir boğaz yapacağım" demedi"
"Suriyeli afganistanlı Filistinli" savaş kaçkınlarını milyon milyon ülkeye dolduracağım, onlara Türk vatandaşlığı vereceğim, 
Cerattepe'de kazdağlarında altın madenleri var. Toprağı ve akarsuları siyanüre boğma pahasına onları çıkaracağım" demedi.
"Dünyanın en yalancı en rüşvetçi, en iftiracı, en çatal dilli siyasetçisi olacağım. Milletin bütün farklılıklarını büyük çatlaklara dönüştüreceğim, kin ve nefret ekeceğim, büyükşehir bütçelerinden oğullarımın vakıflarına servet aktaracağım, bir yüzükle geliyorum dünyanın en zenginleri listesine adımı yazdırıp, arkamda toz duman içinde bir ülke bırakıp gideceğim"
Amerika'nın Büyük Ortadoğu projesinde görev alacağım. Ortadoğu'da İsrail'e diklenen 3 tane sivri adam var, Saddam'mış Esad'mış Kaddafi imiş hepsinin hakkından gelmek için dini de imanı da harcayacağım, Türk ordusunun sır odasını yabancı istihbarat servislerine açacağım, Ordu'da cumhuriyetçi Atatürkçü subay bırakmayacağım. 
Gelecekte tarih benim kadrolarımdan; 'dünyanın en büyük suç örgütü' olarak bahsedecek" demedi!!! 
"Bir çay bir simit kaç para biliyor musunuz?" dedi. "Başörtülü bacım" dedi. "Allah peygamber Kur'an" dedi
"Yahu bu millet faturaları nasıl ödeyecek?" dedi.

Parlamenter sisteme geçmekte ki amaç bu değildi değil mi? Demokratik bir düzen kurmaktı..! Ama bakın sonra ne oldu?
Bu yöntem halkın demokrasiden umudu kesmesine yol açtı!
 75 yıl siyasetçilerin seçimden önce farklı konuşup seçimden sonra farklı davranmalarını defalarca yaşadı ve sonunda hükmünü verdi: "Hepsi bir!" dedi bunların.
Eminim bu sözü hepiniz birkaç kere duymuşsunuzdur seçmenlerden.

Bu "hepsi bir" sözü, halkın demokrasiye olan inancının kalmadığının ifadesiydi. Demokrasinin boynuna ilmeği ilk geçiren, halkın inancındaki bu kırılma idi. Evet, demokrasinin boynuna ilmeği ilk önce halk geçirdi.  Halkın %50'den fazlası" "iyi bir lider bulalım demokrasi olmasa da olur" noktasına savrulmuştu. Halk demokrasiye sırtını dönüp bir lidere bağlandığı an, diktatörlük rejimi için toplumsal potansiyel hazır olmuş olur. 
Erdoğan, demokrasinin boynuna ilmeğin çoktan geçirilmiş olduğunu anladığı an sandalyeyi tekmelemeye başladı.
Biz ise demokrasinin boynundan ipi çıkaramıyoruz henüz,  ama bütün gücümüzü sandalyeyi tutmaya harcıyoruz.
Bunca tecrübeden sonra Erdoğan'ı göndermeyi başardıktan sonra yapmamız gereken şey;
siyasetçi-seçmen ilişkisini 
kurnaz-saf ilişkisine çeviren önceki parlamenter sisteme dönmek değildir. Bir önceki yazımda okuduğunuz yönteme, demokrasinin boynundan ilmeği çıkaracak olan gerçek demokrasinin işlediği yönteme geçmektir... Gerçek parlamenter sistem de odur zaten.
(TÜRK DEMOKRASİSİ başlıklı yazıyı okuyunuz)
O yöntem, halkın demokrasinin tadını alacağı bir yöntemdir. Halkın aynı delikten iki kere ısırılmasına imkan vermeyen yöntemdir.
Seçilen de liyakat olabilmesi için, seçmenin de liyakat esasına göre oy kullanabileceği yöntemdir.
Ve asla ideolojik olmadığı için bütün halkı kapsayan, doğuda ya da Ege'deki seçmenin aynı pozitif amaç için oy vermesini sağlayacak yöntemdir.
Ve en önemlisi o yöntem kendiliğinden anti emperyalisttir. Tarım bakanı hamaset ile oy alamaz. Çalışma ve Sosyal güvenlik bakanı hamaset ile oy alamaz. Yanlış yapan sadece bir kere yapabilir. Müstevliler o yöntemde borularını bu kadar rahat öttüremezler.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve medyakorkusuz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
aohbet islami sohbetler omegla türk sohbet cinsel sohbet dini chat